“Diğer alanlardaki gelişmeler sınırlı ama MS’te 1993-95 yıllarından itibaren birçok ilaç gelişti ve özellikle son birkaç yıl içinde çok daha güçlü ilaçlarımız oldu. İlk başlarda hastalığı %30-%40 kontrol edebilirken bugün bu oran %80-%90’lara çıkabildi.”
MS (Multipl Skleroz) hastalığından kısaca bahseder misiniz?
MS, otoimmün adını verdiğimiz grubun hastalıklarından bir tanesidir. MS hastalığı bağışıklık sisteminin bir şaşkınlığı sonucu gelişir. Bağışıklık sistemi, bizi dış zararlı etkenlerden, mikroplardan, tümör hücrelerinden korumaya yönelik programlanmış bir sistemdir. Bağışıklık ilişkili hastalıklarda bu sistemde bir şaşkınlık oluyor ve vücut kendinden olanı yabancı gibi görüp ona karşı bir reaksiyon oluşturuyor. MS dediğimiz hastalıkta merkez sinir sistemi yapılarındaki (beyin ve omurilik) sinir lifleri ve onların etrafındaki kılıflara yönelik bir şaşkınlık oluyor. Bu değişik zamanlarda merkezi sinir sisteminin değişik yerlerinin etkilenmesi sonucu ortaya çıkıyor. Ne zaman olduğu, iki atak arasındaki süre farkları, ataklarda beyinin farklı bölgelerinin etkilenmesi gibi durumların nedeni bilinmiyor. Hastalığın çok büyük bir kısmı ataklarla seyrediyor. Çok küçük bir kısmı ise baştan ilerleyici olabiliyor. Ataklardaki bu şaşkınlık bir süre sonra yerini farkındalığa bırakıyor. Atak sona erdikten sonra vücut kendini tamir etmeye çalışıyor. Çoğu zaman bu tamiri büyük ölçüde yapabildiği için ataklardan geriye çok fazla iz kalmıyor. Ama bazen bu tamirler yetersiz oluyor ve bir takım sekenler kalabiliyor. Bir grup ataklı MS’li kişide ise yıllar sonra ilerleyici bir şekle dönüşebiliyor.
MS’in tesadüfen MR sonuçlarında ortaya çıktığı hiç belirti vermeden ilerleyen formları da olabiliyor. Buna da “Sessiz MS” diyoruz. Bunların bir kısmı zaman içinde belirti gösterebiliyor. Ama bir kısmıda yaşam boyu hiçbir belirti göstermeden sadece MR sonuçlarıyla konulan bir teşhis olarak kalabiliyor.
MS hangi yaş gruplarında daha sık görülmektedir?
MS hastalığı özellikle genç erişkinlerde sık görülen bir hastalıktır. Kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülür. 20 ile 40 yaş arasındaki bireylerde sık belirti verir. Ama çocuklarda ve yaşlı insanlarda da çok nadir de olsa ortaya çıkabiliyor. Yaşam boyu süren nörolojik bir hastalık olarak kabul ediliyor.
MS hastalığının ülkemizde görülme sıklığı hangi düzeyde ve bu noktada bir artış söz konusu mu?
MS hastalığı ülkemizde her 100 bin kişiden 60-70’inde görülebiliyor ve bu sayı giderek artmakta. Bu artışın altında iki neden var. Bunların en önemlisi farkındalığın artmış olması. 1988 yılında MS derneğini kurduğumuz zaman çoğu insan MS hastalığının ne olduğunu bilmiyordu. Ama şu an bilinirliği arttı. Bu dünyanın her yerinde böyle. Dolayısıyla en ufak nörolojik belirtisi olan kişiler hekime müracaat ediyor. Bir kısmının da böylece teşhisi konulabiliyor. Ama bu başka bir açıklamayı da beraberinde getiriyor. Eskiden çok hafif seyreden ve teşhisi konmadan yaşamlarını MS olduklarını bilmeden sürdüren kişiler, bugün hastalığın tanınırlığının artmasıyla MS hastası olduklarının farkındalar. Bu durum “MS birçok insanda çok fazla belirti göstermeden, çok hafif ataklarla seyredebilen, birçok kişi için iyi gidebilecek bir hastalık mı?” sorusunu da beraberinde getiriyor.
Ama bunun yanında birçok bağışıklık sistemi hastalığındaki gerçek artış gibi MS’de de gerçek bir artış var. Bunun da nedeni çok açık olmamakla birlikte bazı çevresel koşulların, dış etkenlerin yol açtığını düşünenlerdenim. Bağışıklık sistemimiz modern yaşamın bir diyeti olarak doğal ortamdan uzaklaşıyor. “Bu değişiklikler bağışıklık sistemi hastalıklarını arttırıyor mu?” bu sadece bir hipotez ama düşünmeye değer.
D vitamini eksikliğinin MS’in ortaya çıkmasını kolaylaştırıp, seyrini olumsuz etkilediğinden söz edebiliriz. Aynı şey sigara ve şişmanlık için de söz konusu. Dolayısıyla bir takım dış etkenler hastalığın ortaya çıkmasını ve seyrini etkilediği kabul ediliyor.
Ailesel özellik düşük olmakla birlikte var ve ailesel MS’li kişileri daha sık görmeye başladık. Bu da aynı şekilde farkındalıkla ilişkili diyebiliriz. Ama bunların büyük bir kısmının çok hafif seyreden MS’ler olma olasılığı yüksek.
MS Hastalığı (Multiple Skleroz) belirtileri nelerdir?
Kişinin görmesinde bozukluklar olabiliyor. Çift görme sorunu ve denge problemi yaşayabiliyor. Kolu veya bacağında güçsüzlük ya da beceri kaybı olabiliyor. Ama bu belirtilerin hiçbiri MS’e özgün belirtiler değil. Örneğin; görme ilgili soruna yol açan çok fazla nörolojik ve gözle ilgili hastalık var. Ancak hekim değerlendirmesi ile hastalığın tanısı konulabilir. MS çok nadir görülebilen bir hastalıkken saydığım belirtiler çok sık ve çok daha farklı nedenlerle ortaya çıkabiliyor.
MS başka hastalıklarla karıştırılabilir ama işinde deneyimli olan nörologlar farkı anlayabilir. Ülkemizde şu anda MS hastalığı ile uğraşan birçok merkez, birçok üniversite, eğitim araştırma hastanesi var. Birçok hekim arkadaşımız bu konuda son derece bilgili ve gelişmiş ülkelerde hangi tedaviler varsa şu an ülkemizde de var. MS tedavisinde ülkemiz en önde gelen ülkelerden biri haline geldi.
MS tedavisinde kullanılan tedavi basamakları ve ilaçlar hakkında bilgi alabilir miyiz?
Bugün baktığımız zaman birinci ve ikinci basamak belki üçüncü basamak tedaviler var. Bunlar giderek daha güçlü tedavilerin varlığına göre bir, iki, üç bana göre ise dört gruba ayrılıyor. Ama etki mekanizmalarına baktığımız zaman bunların içinde bağışıklık sistemini dengeleyici ilaçlar ya da bağışıklık sistemini baskılayıcı immunsupresif ilaçlar ve bağışıklık sistemini baskılamayı seçici olarak yapan bir takım ilaçlar var.
Birinci basamaktaki ilaçlar, 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan ilaçlardır. Yani interferonlar ve glatiramer asetat dediğimiz ilaçlar. Bunlar bence hala önemlerini koruyan ilaçlar ve bu ilaçlarla yüzde yüz sonuç alınan çok fazla MS’li kişi var. Bu ilaçlarında şöyle bir artısı var. Bu ilaçların kullanımında 25-30 yıla varan bir deneyim söz konusu ve son derece güvenilir ilaçlar diyebiliriz. Buna karşılık yeni ilaçlarda bir takım yan etkiler ve riskler olabiliyor. Dolayısıyla MS tedavileri hekim için bir çeşit risk yönetimi oluyor ve potansiyel yan etkileri hastalarımızla konuşarak birlikte tedavilere yön veriyoruz. Bu güçlü ilaçlar artık bizim yüzümüzü güldürür hale geldi. Bunların arasında haplar, ayda bir yapılan serumlar, altı ayda bir yapılan tedaviler, yılda bir kez verilip bir yıl sonra tekrarlanan tedaviler var. Dolayısıyla gerçekten seçeneklerimiz artıyor. Bu da hasta odaklı tedavinin giderek daha çok gündeme gelmesini ve hasta lehine iyi sonuçlar alınmasını sağlayabiliyor.
Tartışmalardan bir tanesi de; “Basamaklı tedavi mi yapılmalı? En güçlü tedavilerle mi başlanmalı?”. Burada iki cevaptan ziyade kişiye özel yaklaşımın daha doğru olacağına inanıyorum. Bazı kişilerde sadece birinci basamak, güvenirliliği çok iyi bilinen tedavilerle sonuç alabilirlerken bazılarında en güçlü ilaçla baştan başlayıp hastalığı dondurup, birinci basamağa dönmek gündeme gelebilir. Bunlar bu günün güncel tartışmaları.
MS hastalığının tedavisinde gelinen son nokta nedir?
Son yıllarda MS hastalığının tedavisine yönelik birçok yeni yöntem çıktı. MS belki de nörolojide en yüz güldüren alan. Alzheimer’a baktığınız zaman birçok ilaç çalışması, 200-300 adet orijinal molekül denendi ama çok fazla umut verici olmadı. Parkinson’da yüz güldürücü bir gelişme yok. Diğer alanlardaki gelişmeler sınırlı ama MS’te 1993-1995 yıllarından itibaren birçok ilaç gelişti ve özellikle son birkaç yıl içinde çok daha güçlü ilaçlarımız oldu. İlk başlarda hastalığı %30-%40 kontrol edebilirken bugün bu oran %80-%90’lara çıkabildi.
MS’in ataklı tipleri zaman içinde ilerleyici bir şekle dönüşebiliyor. Nitekim yakın zamanda yapılmış bir çalışma ortaya koydu ki; %50 ilerleyici şekle dönüşme oranı %18’lere kadar düşmüş durumda. Yeni ilaçlarla bu olasılığın daha da düşeceğini tahmin ediyoruz.
Toplumda MS hastalarının tekerlekli sandalyeye bağlı yaşayan insanlar olduğuna dair bir kanaat var. Evet, bazı kişiler için bu durumu engelleyemiyoruz ama çoğu MS’li için artık bu endişeye yer olmayacak gibi gözüküyor. Giderek daha güçlü ilaçlar üretiliyor. Bu noktada hastalığı daha iyi kontrol edebilir hale geldik.
Son olarak neler eklemek istersiniz ?
Bu röportajı yaptığımız gün maalesef İstanbul Üniversitesi’nin bölünmesinin ilk günü. İstanbul Üniversitesi tarihimizin bir parçasıdır. Kapısında 1453 yazmaktadır ve Atatürk döneminde 1933 üniversite reformu ile ülkemizde yüksek öğretimin modern temellerinin atıldığı üniversitedir. Her şeyi bir kenara bırakın bir tarihsel değeri vardır. Bu üniversitenin bölünmesini kabul etmemiz çok zor. Her şeye rağmen bu yanlıştan dönüleceğine inanmaktayız.
Prof. Dr. Aksel Siva Hakkında;
Prof. Dr. Aksel Siva, 1955 yılında İstanbul’da doğdu. Siva, ilkokul, ortaokul ve liseyi Şişli Terakki Lisesi’nde okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne girdi ve 1978 yılında mezun oldu. Uzmanlığını İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji anabilim dalında, 1983 yılında tamamladı. Aynı üniversitede 1985 yılında doçent, 1994 yılında profesör oldu. Halen İstanbul Üniversitesi Nöroloji Anabilim Dalı, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Nöroloji Profesörü olarak görev yapmaktadır.
2003-2009 yılları arasında 3 kez üst üste Türkiye Nöroloji Derneği Başkanı olarak görev yapmıştır. Son zamanlarda Türk Nöroloji Derneği Bilim Kurulu Başkanı olarak atanmıştır. Türk Multipl Skleroz Derneği’nin (1989) kurucu üyesi ve aynı zamanda Türk Nöroloji Derneği’nin Multipl Skleroz ve Baş Ağrısı Bölümlerinin kurucu üyesidir. Halen Türkiye Baş Ağrısı ve Ağrı Araştırma Derneği başkanıdır. Amerikan Nöroloji Akademisi, Amerikan Nöroloji Derneği, Avrupa Baş Ağrısı Federasyonu ve Uluslararası Baş Ağrısı Derneği üyesidir.
Siva, 2003-2006 yılları arasında Avrupa Nöroloji Derneği ve Avrupa Nöroloji Derneği’nin ECTRIMS Yönetim Kurulu üyeliği görevini yürütmüştür. Halen Avrupa Nöroloji Akademisi (EAN) bilimsel program komitesi üyesidir. 2015 yılında Avrupa Baş Ağrısı Federasyonu’nun yönetici komitesi üyesi olarak görev yapmıştır. 2002-2010 yılları arasında Dünya Nöroloji Federasyonu Eğitim Yürütme Kurulu üyesi olarak görev yapmıştır.
Siva, Nörolojik Bilimler Dergisi, Baş Ağrısı ve Ağrı, Türk Nöroloji Dergisi ve Türk Ağrı Dergisi’nin yazı kurulunda yer almaktadır. Hakemli uluslararası tıp dergilerinde 120’den fazla yayınlanan makalesi bulunmaktadır.